09 HAZİRAN Cumartesi, 2018




VALİZİMDE HATIRALAR, YOLCULUKLA BÜYÜYORUM
Ülkü ŞAHNA

VALİZİMDE HATIRALAR, YOLCULUKLA BÜYÜYORUM

Reklam

      Toplanan valizlerle başlayan yolculuklar... Yol nereye giderse gitsin içimde, hem mutluluk veren hem hüzünlendiren aslında hangi duygunun en üstte ya da en altta olduğunu belirleyemediğim katman katman duygular belirir. Yolun bir ucu özlediklerine ulaştırırken bizi diğer ucu da özleyeceğimiz şeyler bırakır arkada.  Bu yüzden yol, kendine bir yer bulma; dünyada eğreti değil de şöyle sapasağlam oturabilme çabasıdır aslında. İşte şimdi yeniden başlıyor yolculuk… Farların ışığıyla aydınlanan beyaz şeritli yol; bazen düz, bazen kıvrılarak, dikleşerek, eğilerek en sonunda buluşturacak beni sevdiklerimle. Sevdiklerim diyorum, söylerken bile hayat yeniden temize çekiyor kendini çünkü bu yolculukta valizimde bayram taşıyorum.

     Gecenin örttüğü, şehirleri birbirine bağlayan ıssız yollarda, yanından hızla geçtiğimiz her şeyin boyu, kısalarak kayboluyor.  Eğer yol, kendine bir yer bulabilmenin adı ise, o zaman bir terslik var bu işte diye düşünüyorum.  Hayat telaşına daldığımız zamanlarda bir de bakıyoruz ki her şey ve herkes tıpkı böyle ‘bir varmış bir yokmuş’ oluvermiş arkamızda. “Aldığımız her kilometrede devrilerek arkada kalan lambaların direkleri, koca ağaç gövdeleri, tepelerin siluetleri tam da hayatın akışını resmediyor şimdi” diye iç geçirirken telefona gelen bir mesaj bölüyor sessizliği. Ekranıma bir fotoğraf düşüyor; deniz kıyısında kurulmuş güzel bir masa, masanın kenarına hem aydınlatsın hem de nostalji olsun diye konmuş bir gaz lambası. Yanımızdan belli aralıklarla geçen diğer arabaların farları, kendi görüntülerimizi düşürerek camlara, çoğaltıyor bizi. Ben de camda yolculuğumuza eşlik eden yansımalarımıza baktıktan sonra tekrar dönüyorum fotoğrafa. Bu fotoğraf, yolculuğumun maksadına ışık tutsun diye gönderilmiş sanki. Baktıkça ona, bir şeyler değişiyor. Artık arabanın tekeri çift yönlü dönüyor gibi; hem geleceğe, hem geçmişe. Beni, çocuk anılarıma sürüklüyor. Ben de gaz lambasını elime alıp çocukluğumun yayla evlerine gidiyorum. Yıldızların elma büyüklüğünde,  üzerimizde asılıymış gibi duran o dağ köylerine. Elektriksiz olmanın güzel olduğu günlerdi evet. Rüzgâr, ağaçlar, cırcır böcekleri ve ahşap evler gök perdenin altında durmadan konuşurdu.  Konuşmayı bölen cırtlak ya da mekanik sesler olmazdı hiç. Biz, bu konuşmaların hepsine o zaman ‘sessizlik’ derdik. Şimdi çok özlediğimiz o sessizlik, gaz lambası raflara kaldırılıp da yerine ampuller konduğundan beri kayıp. Yine o lambanın titrek ışığında loş ve loşluğun anılarıyla sarhoş olsam diye derin bir istek duyuyorum. Hem sevdiklerim de hala yaşıyor demektir bu. Keşke fitili hep yanık kalsaydı, o zaman yıldızlar da elma büyüklüğünde  göz kırpardı yine kim bilir… Asfaltın bozuk olduğu yerlerde arabanın da bozulan konforu şimdiye döndürüyor beni. Yol kenarındaki dağların siluetlerine ve eteklerinde kendine bir yer bulmuş ağaçlara bakarken, dudaklarım: ‘’ Senin de bir yerin var. Bu bayram vesilesi ile bir kez daha hatırlayacaksın yerini. Dağların koca gövdelerinin dibinde güvende olan ağaçlar gibi sen de kendi dağının gölgesine gidiyorsun şimdi.’’ diye mırıldanıyor.    Yol kıvrıldıkça ben de içimin kıvrımlarında eski bayramlara gidiyorum; En büyük ebeveynler, halalar, teyzeler, uzaktan gelmişler, öpülen eller, kurulan sofralar, kalabalıklar, heyecanla alınan bayramlıklar, barışan küsler, gülüşmeler, bayram harçlıkları ve sürekli çalınan kapı ve sonrasında bizim çaldığımız kapılar, dağ gibi duygular... Dağ deyince babam geliyor gözümün önüne ve dudaklarında evvel zamandan kalmış belli belirsiz bir tebessümün varlığı.  Evvel zamandan kalmış bir şarkı mırıldanır hep dudakları; sözleri eksik, melodisi kesik. Gözlerinden, tel örgüyle zamanın ötesinde kalmış birileri bakar, sanki bir yol bulup da geçemezler şimdiye...

     Nihayet yol bitti… Çalındı kapı. Açıldı kapı.  Kucaklaşmalar… Çocukluğumun komşu kalabalığı yok elbet, yok o büyük ebeveynlerin var olduğu dönemlerdeki lezzet; ama yine de babamın eksik şarkısı tamamlandı, melodi kesintisiz çaldı, çünkü tel örgü yok olup sarıldı tüm ayrı düşmüşler. Anladım ki bedenden yoksun tüm sevdiklerimiz de aslında o anda bizimleymişler. Babamın eksik şarkısı bayramlarda bu yüzden tamamlanırmış, bunu ilk kez kavradım. Ben sarıldım babama, o da öptü gözlerimden ve bir dağ esintisi geçiverdi yüzümden. O lambanın titrek ışığı gibi titrek gölgeleriyle geldi bedeni yitip gitmiş tüm sevdiklerim; dedelerim, ninelerim, hatta ta Ahıska’da kalmış hiç bilmediklerim ve babamın elleri ile okşayıp saçlarımı onun dudaklarından, öptüler yanaklarımı. Annemin,  baktığım sevgi dolu ama hüzünlü gözlerinde ve tutuğum sıcak ellerinde bir köprü kuruldu, tüm o gaz lambasında kalan anılar köprüden geçerek kendine bir yer buldu. Her bayram kucaklaşmasında,  fark etmemişim ama gözlerimden geçermiş tüm silik gözler, annemin çocukken tuttuğu serçe parmakları, ben de tutarmışım meğer. Büyüdüm de nihayet anladım ve anladım babamın iyice çekikleşmiş göz kıvrımlarında çocuk anılarını sakladığını, gülümseyen dudağının kenarından kaçan; hala oyun oynayan o çocuğun her bayramda ortaya çıktığını.

       Bu yolculukta, gaz lambasının ışığında büyüdüm. Büyümüşlüğüm kadar çocuk da oldum hem. Yine kuruldu sofralar, yine giyildi elbiseler, bayram harçlıkları, gülümseyen dudaklar, gözler, aileye yeni katılmış üyeler ve geçmişimizden gelen tüm misafirlerle birlikte, hepimiz hem büyüdük hem çocuk olduk. Ben kendimi zamanın sıfırlandığı bir yerde buldum.  Bayram, ebeveynleri yaşasa da yaşamasa da herkesin kendi dağına kavuşması demekmiş, şükür ben de kavuştum.

 

 

 

Sende Yorumla...
Kalan karakter sayısı : 500
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR X
TOKİ SİLİVRİ'DE KONUT YAPACAK
FENERBAHÇE'NİN YENİ BAŞKANI ALİ KOÇ
FENERBAHÇE'NİN YENİ BAŞKANI ALİ KOÇ